Oryantalizm I: Giriş



Oryantalizm I: Giriş

Oryantalizmin sözcük anlamı, Latince "oriens" kelimesine dayanmaktadır. Gerçek manada doğuyu yani Arapça ifadesiyle "şark"ı coğrafi olarak göstermektedir.

Oryantalist ise batının kendini batı diye adlandırmasından sonra öteki olan doğuya isim verme ve onu keşfetmeye çalışmasıyla doğuyu inceleyen ve oralara çeşitli seferlerde bulunan insanlara kendince verdiği isimdir. Zamanen bu isimlendirme 18 ve 19. yüzyıllara denk gelmektedir. Lakin bu yoğun inceleme furyasının öncesinde batı insanı, doğuya olan bakışlarını ve kırılma noktası olan 18 ve 19. yüzyıllarda ne gibi söylemlerin olduğu ve yeni cumhuriyetin fikri köklerini incelemek bu yazıda dikkat edilecek unsurlardandır.

Meseleye geç yüzyıllardan başlamak yerine biraz daha erken çağlara, batının klasisizmi oluşturduğu devirlere kadar götürmek mümkündür. Avrupa topraklarında çetin fikri çatışmaların geçtiği 15 ve 16. yüzyıllarda burjuva sınıfı yavaşça yükselmeye başlamaktaydı. O dönemde o topraklardan bir ad duyulmaktadır. Batı kendini tanımlama isteği doğrultusunda topraklarına Avrupa adını uygun görmüştü. Bu mukadder bir birlikteliğin adıydı. Birlikteliği en iyi anlatan imaj kuşkusuz Sebastian Münster'in 1544'de erken olarak yayımladığı çeşitli edisyonlarla 1570'de son halini alan Kozmoğrafya(Cosmographia) adlı eserindeki "Avrupa Kraliçesi" isimli haritasıdır. Bu resme göre Avrupa toprakları üzerine nakşedilmiş bir kadın ve bu kadının Sicilya'ya kadar uzanan sağ elinde bir güneş, tüm Kuzey Avrupa'sını saran sol elindeyse mukaddes bir simge tutmaktadır. Tam olarak anlaşıldığı üzere Avrupa artık fikri bütünlüğünü sağlamak üzeredir, en büyük düşmanları ötekiye yani doğuya kin besleyip onu bütün kötülüklerin kaynağı olarak görmeye başlayacaklardır. Lakin o döneme bakıldığında bu nefretin sebebi bugünün şartlarıyla çok anlaşılırdır. Mesela Giovanni Paolo Marana'nın İtalyanca olarak ilk cildini yazdığı Türk Casusunun Mektupları(Letters Writ by a Turkish Spy / L'Espion Turc)adlı kitap o dönem bayağı tartışılmıştır. Zira iddiaya göre bir Türk casusu, o dönemde Avrupa'nın merkezi olan Fransa'daki olayları İstanbul'a divan üyelerine taşımaktadır. Daha sonra 1684 ve 1688 yılları arasından Fransızca'ya ondan sonra da 1691 ve 1694 arasında İngilizce'ye çevrilmiştir. Çeviricileri hep bir önceki çeviriye isnaden eserin hacmini arttırmışlardır. Bazı kişiler bunun bir kurgu olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise eserdeki mektupların tarihlerine, gönderildikleri kişilere bakarak olayın tamamen tutarlılığını göstermişlerdir. Şayet kurgu dahi olsa o dönem Avrupa insanının Osmanlı'yı güncel olarak gözlemlediği ve siyasi her olayda takip ettiği anlaşılmaktadır. Eser 18. yüzyılda tamamen popüler olmuş ve o dönemin bir başka oryantalisti Daniel Defoe da eseri genişleterek 1718'de yayımlamıştır. O dönemde nerede bir yenilgi, nerede bir kötülük, nerede bir spekülatif durum var arkasında hep "Türkler" olmuştur. Yani asıl güç kimdeyse o, hep onu yapandır anlayışı! Ama Türkler'in böyle adlandırılması bilimde, devlet yönetiminde ve halkın refahı konusunda her zaman üstün olmasından da kaynaklanmaktadır. Buna rağmen Avrupa insanı, kendini mağrur görse de Osmanlı İmparatorluğunun fikri her hareketinden teessür etmiş, ihtiyaç dahilinde yararlanmış ve onun tebaası gibi ona tetebbu etmiştir. Misalen kendini "devlet-i ebed müddet" olarak adlandıran Osmanlı Devletinin duraklama devresi olarak bilinen 17. yüzyılda, payitahtta yaşayan on beş bin civarı Avrupa burjuvazisi bunun pek mühim bir kanıtıdır. Başka bir örnek ise Armand Jean du Plessis de Richelieu diğer adıyla Kardinal Richelieu'nun kendi eliyle kurduğu kütüphanedeki eserlere baktığımızda büyük çoğunluğunun Türkçe olduğunu ve Osmanlı bünyesinde ihtiva edilen bilim eserleri olduğu görülür. Hayli ilginç bir başka örnek ise Moliere'in Kibarlık Budalası isimli eserine de yansımıştır. Başkahraman Mösyö Jourdain'in konuşmaya çabaladığı latif dil Türkçe'dir. Bu oyun bundan ortaya çıkan "Türkeri (Turquerie)" modasını, özellikle 4. v3 5. perdelerinde, yansıtmaktadır. Bu moda 1669'da Fransa Paris'e elçi olarak gönderilmiş olan ve Fransa Kralı "XIV. Louis"'in huzuruna çıkmış olan "Müteferrika Süleyman Ağa" dolayısıyla ortaya çıkmıştı. Bu elçi Fransız Kralı'nın huzurunda, Osmanlı sultanının sarayının, kendine "Güneş Kral" ismini uygun gören, Fransız Kralı XIV. Louis'in sarayından kat kat güzel olduğunu söyleyerek Fransızlar arasında bir skandal yaratmıştı. Hal böyleyken aynı tiplemeleri yani asıl deyimiyle alafrangalığı Osmanlı'nın ilk dönem romancıları da Fransızlar'a özenen tiplemeler üzerinden gösterecektir.

Görüldüğü üzere batı münevverleri Osmanlı'ya dolayısıyla doğuya bayağı ilgi göstermekte ve onun bu büyüklüğünün sebebini aramaktadır. Daha sonra bu ilgi, asıl amacının ne olduğunu belirtecektir: "Doğuyu sömürmeye yolları..." Bu sömürüden önce erken dönem şarkiyatçıları, paylarına düşeni almaya çalışırken, oryantalizmin asıl beden bulduğu yüzyıllarda batılılar artık doğuyu sadece tahayyülerinde sınırlı tutacaklardır. Modern dönemde ise doğu, çıkılması zor bataklıklara saplanacaktır.

Edward Said’in 1978 yılında neşrettiği Oryantalizm adlı eseri Sosyal Bilimlerde etkisi bugün de devam eden tartışmalara yol açmıştır. Said, Batı’da yapılan şarkiyat çalışmalarının masum bir bilgiden ziyade batının doğu üzerindeki hegemonya arzularına hizmet ettiği düşüncesindedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi için tarih boyunca olumsuz bir doğu imajı ortaya konmuş, ilahiyattan filolojiye, resimden güzel sanatlara kadar bu imaj tutarlı ve birbirini tamamlayacak şekilde işlenmiştir.

Said'in bu tenkidiyle oryantalizm yeniden yorumlanmıştır. Onun Oryantalizm adlı eseri için Cemil Meriç şu tanımlamayı yapmaktadır: "Sömürgeciliğin keşif kolu!" Said'e göre Batı bilgi-iktidar ilişkisinden hareketle, kendini tanımlamak, sömürgeci niyetlerini haklı göstermek ve bu amacını gerçekleştirmek adına hayalî bir Doğu üretmiştir. “Ben ve diğerleri” ayrımından hareketle dünyanın merkezine kendisini koyan Batı, Ortaçağ'dan itibaren Doğu kültürleri, medeniyetleri ve inançları etrafında başlattığı şarkiyat çalışmalarıyla kendi Doğu’sunu oluşturmuş, bu çalışmalar neticesinde ortaya çıkan ve akla gelen bütün olumsuzlukların yüklendiği Doğu imajını günlük hayattan siyasete, sosyal bilimlerden güzel sanatlara
kadar hemen hemen hayatın her sahasında kullanıma sokmuştur. Bu bilgiye göre Doğu ile Batı arasında her alanda derin farklılıklar söz konusudur. Batı, aklı ve rasyonel düşünme yeteneği sayesinde insanlığın en ileri aşamasını temsil etmektedir. Aklını kullanma yeteneğinden ve tarihten yoksun, tarihin dışında yaşayan Doğu'nun kendi başına bu gelişmeleri gerçekleştirmesi mümkün değildir. Ayrıca Batı, tembelliği, uyuşukluğu, çalışma disiplininden yoksunluğu, günahkarlığı, cinselliğe düşkünlüğü, zorbalığı temsil eden geri kalmış gayri medeni Doğu üzerinde vesayet ve tasarruf hakkına sahiptir. Özellikle 19. yüzyıldan sonra Batı'nın Doğu üzerinde gerçekleştirdiği sömürge ve işgal gayretleri bu vesayet ve tasarruf hakkını kendisinde görmesinin neticesindedir. Said'e göre etki alanı geniş “kültürel ve siyasal bir olgu” olan oryantalizm saf ve masum bir bilgi disiplini değildir ve bu yönüyle sorgulanması gerekir (Said'in Oryantalizm adlı eserinden).

Yine aynı eserden bazı bölümler: Said, "Doğu"nun çok eski çağlardan bu yana garip yaratıklarla dolu, şaşırtıcı anılar ve görüntüler taşıyan ve doğaüstü olaylarla bezenmiş bir fanteziler dünyası olarak Avrupalılar tarafından yaratıldığını‟ söyler. (Said 1998, 11) Batı'nın Doğu'ya olan bu ilgisi sömürgecilik sonrası faaliyetleri ve sonrasında daha da artmıştır çünkü Doğu artık sadece yakın bir komşu olmakla kalmaz Batı'nın en geniş ve en zengin sömürgelerinin bulunduğu mekân hâline gelir. Bunun da ötesinde Doğu, fikirleri, hayalleri, kişiliği ve deneyleri ile kontraslar yaratarak Avrupa'nın ya da Batı'nın tarifini kolaylaştırmaktadır. Böylelikle „Avrupa sadece şekil olarak ele aldığı alçaltılmış ve saptırılmış bir Doğu kavramı ile kendi kültürünü belirlemekte ve güçlendirmektedir.‟ (Said 1998, 15)

Belirtilmelidir ki Edward Said Batı ile ilişkiler noktasında Osmanlı, dolayısıyla Türkiye tecrübesini eserinde ele almamıştır. Daha çok Orta Doğu ve Hindistan üzerinde durmuştur. Bu durum Said’e yöneltilen eleştiriler arasındadır. Bununla birlikte Batı’nın Doğu ile ilgili oluşturduğu imaj yelpazesinde Türkiye'nin yeri diğer ülkelerden farklı değildir. Dolayısıyla oryantalizm bizi direkt ele almasa da dolaylı yoldan ilgilendirmektedir. Çünkü Batı’dan Doğu’ya seyahatin sembollerinden birisi olan Orient Ekspresin son durağı İstanbul’dur. Özellikle 19. yüzyıldan sonra oluşturulmuş edebî ve siyasî metinlerde, oryantalist resim örneklerinde ortaya konulan Türk imajı ile Doğulu imajı birbirinin aynıdır. Batı basınındaki kimi örneklere bakarak bu imajın yer yer bugün de varlığını devam ettirdiğini gözlemlemek mümkündür.

Edward Said’in Batı’daki Şarkiyat çalışmalarını yukarıda çizdiğimiz çerçevede Batı’nın Doğu üzerindeki hegemonyasına hizmet etmekle suçlaması derin tartışmalara sebep olmuştur. Bu tartışmalar günümüzde de devam etmektedir. Gerçi Batı’da gerçekleştirilen Şarkiyat çalışmalarına ve Doğu ile ilgili yazılan eserlere Doğulu fikir adamları ve aydınların eskiden beri mesafeli yaklaştıklarını ve eleştirel baktıklarını biliyoruz. Başlangıçtan itibaren Batı’da özellikle İslamiyet etrafında yapılan çalışmalar çoğu kere eleştirilmiş, bu eserler hakkında reddiyeler yazılmıştır. Aynı mesafeli tutum oryantalizmin kurumsallaştığı ve akademik bir disiplin haline geldiği 19. yüzyıldan sonra da devam etmiştir. Bu minvalde Avrupa’da çıkan İslam ve Türkiye aleyhindeki neşriyat için Namık Kemal’in yazdığı “Avrupa Şarkı Bilmez” (İbret, nr 7, 22 Haziran 1872) makalesi ve Fransız düşünür Ernest Renan’ın “İslam ve Bilim” başlıklı konferans metninde savunduğu "İslamiyet terakkiye manidir" mealindeki düşüncesini reddetmek için 1884 yılında kaleme aldığı Renan Müdafaanamesi örnek gösterilebilir. Aynı savunma refleksini misyoner propagandalarına karşı koymak maksadıyla Müdafaa’larını (c. I-III, 1883, 1885) kaleme alan Ahmet Midhat Efendi’de de görüyoruz. Ülkemizde Batı etkisinde gerçekleştirilmeye çalışılan yeniliklerin yanında yer alan bir kısım aydınımız aynı şekilde Batı’nın ilim adı altında kültürümüze ve medeniyetimize yaptığı haksız saldırıların karşısına çıkmıştır. Bu tutum daha sonraki dönemlerde de kendisini gösterecektir.

Said'in ortaya attığı bu tür oryantalizm küresel anlamda büyük bir güç ve etkiye sahip olmuştur. Nitekim bu güç altında ezilen ve alternatif bir tez üretemeyen Şark, bir zaman sonra oryantalist söylemlere inanmış, o da Şark'ı gerçekten bir alt sınıf insanların ortak mekanı olarak algılamaya başlamıştır. Oryantalizm, Ulaç'ın da ifade ettiği gibi "Batıda üretilen, şekillendirilen ve temsil edilen Şark imgesinin, bu kez bizzat Şark tarafından benimsenerek kendi kendini çözmede ve kavramada bir kaynak, bir rehber, bir anahtar olarak kullanılmasını‟ (Uluç 2009, 181) doğurmuştur. Oto-oryantalizm tam da bu anlama karşılık gelir. Oto-oryantalizm kendi kendini oryantalize etme, bireylerin ve toplumların kendilerini, kendilerine ait olmayan fikirler aracılığıyla anlamaları ve anlamlandırmaları demektir. Yine Uluç‟un ifade ettiği gibi „bu bir kendine yabancılaşma ve kendi kendisinin ötekisi hâline gelme sürecidir.‟ (Uluç 2009, 204) Oryantalizm o denli başarılı bir çalışma üretmiştir ki sonuçta oto-oryantalizm ortaya çıkmış, Şarklılar da kendilerinin "gerçekten Şarklı" olduklarına kanaat getirmişlerdir...

...
Diğer "Kolektif" yazılar için tıklayınız!

0 yorum