Şeyler
1962 senesine ait bu resim Mintax markalı ürünlerin atasıdır. |
Ardından giderek yaygınlaşmaya başlayan bu temizlik maddesi, pazar rekabeti içinde şehir hayatında reklamın önemini göstermektedir. Yaşamı kolaylaştıran, yükünüzü azaltan, ekonomik kazanç sağlayan vb. gibi anahtar kelimeler ile satışlarını arttırıp ismini akıllara kazımak isteyen marka, bunu ilerleyen dönemlerde bir şekilde başarmıştır.
Markanın İlk Reklamı:
Yandaki görselde görüldüğü üzere "Mintax" adlı ürünün ilk reklamı 1960 senesinin ilk yıllarında yayında olan, ün etmiş dergilerin birinin içinde yer almaktadır. Bu tür fabrika çıkışlı, tuhaf sunumlu, farklı ürünlere yeni alışmakta olan Türkiye, gelecek yıllarda hayata girecek yayın organlarının reklam faaliyetlerine daha da alışır hale gelecekti. Mintax şişede çamaşır suyu ve Mintax krem deterjan ile çıkılan bu yolda bakın neler olmuş.
1975 yılındaki dergilerden birinin tam sayfa Mintax reklamı. |
Zamanın içinde biraz daha evrilerek yavaşça günümüze yaklaşan reklam endüstrisi şu anda da tüm sahtekarlığını korumaktadır. O dönemde bu sahtekarlık belli bir biçimde yapılsa da bunu fark etmemek gayet normaldi. Zira insanlar reklamlarla gönderilen iddialara sorgusuzca kendini kaptırmaktaydı. Bu ürün de daha ilk yıllarından itibaren "En kudretli deterjan", "%100 lab'lı", "En kaliteli krem deterjan", "Atomize Mintax: En kaliteli toz deterjan" gibi ifadeler kullanmaktaydı.
1975 ve 76 yılında televizyonda reklam kuşaklarında Mintax'ın çizgi reklamları yayınlanmaya başlandı. Rahmetli "Erim Gözen" Mintax tiplerinin çizeridir. Tiplerin adı Şaban, Maban ve kız olanınki de Pıtırcık'tır. Ünlü slogan "Mintax'la Canım Mintax'la!" repliği de ilk defa bu reklam filmlerinde geçmiştir. Bu efsanevi replik ve reklam ile birlikte Mintax adı artık bir özel ad değilde bir genellemeymiş gibi algılanmaya başlanılacaktı.
1980'lerde krem deterjan reklamı |
Mintax, 80'lerde kendinden övgü ile söz ederken! |
Uzun lafın kısası Mintax'ın zihinlerde yer etmesinin asıl sebebi o ünlü sloganının yanında diğer bazı markalar gibi (örneğin Gillette, Sana, Oralet, Pimapen...) temsil ettiği ürünün asıl isminin (az önceki örneklerde yer alan tıraş bıçağı, bitkisel margarin, toz içecek, pvc doğrama pencere...) yerine geçen ve çoğu kez de ürün adı olarak kullanılan markalardan olmuştur. Dolayısıyla bakkala, markete gidip "krem deterjan" almak isteyen herkes, bunun yerine "Mintax verir misin?" derken aslında satın almayı istedikleri şey krem deterjandır.
Mintax'ın Televizyon Reklamları
Markaya ait 80'li yıllarda yayınlanmış birkaç tv reklamı vardır.
TRT'de 1983 yılında başlayıp uzun süre devam eden kült dizi Kuruntu Ailesi
oyuncularından 1986 yılına ait Mintax reklamının birinci reklamı...
İlk reklamın üzerine çekilmiş ikinci reklam...
1990'lı yıllarında sonlarında yavaşça piyasadan kaybolmaya başlayan bu marka
2000'li yıllara geçtiğimizde dillerde yalnız adı kalmıştır.
Hatırladıkça hala tiksintiyle karışık bir gülme isteği duyarız. Bir dönemlerin o iğrenç modası... Bu nefret edişin sebebi elbette derinlerde yatan psikanalitik bir olay. Bu yüz karası şey moda olduğu zamanlar, kadınlar uzaylı gibi göründüklerinin farkına bile varmamışlardı. Yani ortada üçgen vücutlu hatlara sahip olduğunu sanmaları gibi ironik bir durum vardı.
Kısaca akıl tazelersek vatka, elbiselerin omuz kısımlarına takılan bir aksesuardı. Özellikle 80'li ve 90'lı yıllarda birçok kadının kullandığı bu cisim ile beraber farklı süslerin kombinasyona uydurulması gerekirdi. Mesala eteğe doğru daralar elbiseler, saç bantları... Şimdi gözünüzün önüne geliyor mu o aktrisler. Buna vatka demek yerine "sahte omuz" desek daha manidar olur.
Bu cismi farklı yönlerden değerlendirmek gerekirse eğer; yine karşımıza pop-kültürün ahmaklık derecesine varan sürü akımlarındandır. Seksen sonrası Türkiye'nin siyasal ve kültürel zeminin değişmesi de bu denli tuhaflıklara sahne olmaktadır. Kapitalist hayatın yerleşmesiyle, güçlü kadın imajına uygun modalardan sadece biriydi vatka. Geniş omuzlar, feminizmin yükselişi ve kadının şehirdeki hayat yarışından kendine pay kapması...
İşin en garip yanı da bu ilginç nesnenin büyük şehirlerdeki toplum tarafından hayli sevilmiş olmasıdır. Bu kadın aksesuarı, kız çocuklarının giysilerine de sokuşturulmuştur. Neredeyse vatkasız hiçbir kıyafet satılamayacak duruma gelmişti. Kazakların, penyelerin içinde vatkalı kadınlar tabiri caizse Amerikan futbolcularına benzerlerdi.
O dönem fotoğraflarına bakıldığında görülecektir tüm vatkalı madureler. Bin pişmanlık içinde bu garabet şeyi nasıl giydim ben dese de cevap kısaca şöyle olacaktır: "O zamanlar modaydı ve garip gelmiyordu." Şükür ki bu zevksizlik abidesi 90'larda azalmaya başladı ve sonra yitmeye yüz tuttu. Ara ara hala görülür vatkalı gömlekle dolaşan kadınlar, neye yormalı bilinmez.
Kısaca akıl tazelersek vatka, elbiselerin omuz kısımlarına takılan bir aksesuardı. Özellikle 80'li ve 90'lı yıllarda birçok kadının kullandığı bu cisim ile beraber farklı süslerin kombinasyona uydurulması gerekirdi. Mesala eteğe doğru daralar elbiseler, saç bantları... Şimdi gözünüzün önüne geliyor mu o aktrisler. Buna vatka demek yerine "sahte omuz" desek daha manidar olur.
Bu cismi farklı yönlerden değerlendirmek gerekirse eğer; yine karşımıza pop-kültürün ahmaklık derecesine varan sürü akımlarındandır. Seksen sonrası Türkiye'nin siyasal ve kültürel zeminin değişmesi de bu denli tuhaflıklara sahne olmaktadır. Kapitalist hayatın yerleşmesiyle, güçlü kadın imajına uygun modalardan sadece biriydi vatka. Geniş omuzlar, feminizmin yükselişi ve kadının şehirdeki hayat yarışından kendine pay kapması...
İşin en garip yanı da bu ilginç nesnenin büyük şehirlerdeki toplum tarafından hayli sevilmiş olmasıdır. Bu kadın aksesuarı, kız çocuklarının giysilerine de sokuşturulmuştur. Neredeyse vatkasız hiçbir kıyafet satılamayacak duruma gelmişti. Kazakların, penyelerin içinde vatkalı kadınlar tabiri caizse Amerikan futbolcularına benzerlerdi.
O dönem fotoğraflarına bakıldığında görülecektir tüm vatkalı madureler. Bin pişmanlık içinde bu garabet şeyi nasıl giydim ben dese de cevap kısaca şöyle olacaktır: "O zamanlar modaydı ve garip gelmiyordu." Şükür ki bu zevksizlik abidesi 90'larda azalmaya başladı ve sonra yitmeye yüz tuttu. Ara ara hala görülür vatkalı gömlekle dolaşan kadınlar, neye yormalı bilinmez.
Hülya Avşar ve vatkalı ilginç gömleği... |
Perihan Savaş, 1974 yılında vatkalı elbisesiyle kapak olmuş Resimli Hayat Roman'a... |
80'li yıllarda vatkasız bir Zerrin Özer düşünülemez tabii ki! |
Amerikanvari şehir hayatının gelişmesiyle Türkiye'de müzik piyasası da yer yer kullan-at çöplüğüne dönüşmüştü. Popüler yaşam rüzgarı, yerlilikle sentezlendiğinde ortama lakayt çizgiler giriyor; ne olduğu belli olmayan şeyler amaçsızca kendini tekrar edip duruyordu.
Kuşkusuz bu tariflerden biride şehirlileşmenin yaygınlık kazanmasıyla müzik sektöründe olmuştur. Taşradan kaçan hanım kızlar, Unkapanı piyasası, arabesk fırtınası vb. Bu düşünceden hareketle sizlere enfes bir seçki oluşturduk. İlginçliğiyle, alakasızlığıyla, tuhaflıklarıyla, harikalarıyla gelişme aşamalarında olan popüler Türk müziğinin ilginç tasarımlı kapakları:
Ümit Besen çok tatlı değil mi o kanatlarıyla. |
Abi olayı çözmüş zira o gözlerden şüphelenmemek elde değil. Ama biz de çok kötüyüz canım niye yanlış anlıyoruz ki o yazıyı şimdi. |
Şarkıcı, karateci ve rahip Mike Crain'i hatırlayan var mı? |
Ajda Pekkan'a da bakın hele. |
Tema vakfı ne zaman kurulmuştu? Biliyoruz kötü espri ama bu kapaktan ötesi var mı? O zaman soru şu yeşil nedir? |
Gün geçmesin ki Ümit Besen bir fizik kuralını hiçe saysın... Uçan mikrofon da pek fiyakalı göstermiş Ümit Beyi. |
Gelin ablacığımızın ayakkabısı da öyle böyle değil... |
Büyük ibretler var! |
Geleneksel Türk Halk Müziği kostümü 1973 yılında böyleydi :( |
Köprünün ayakları henüz konuşlanmışken. (Ocak 1972) |
Cumhuriyetin 50. yıl dönümünde resmi bir tören ile açılan Boğaziçi Köprüsü'nün açılışına ve onun üzerine bestelenmiş şarkılar o dönemin ilginç hatıralarındandır.
Daha köprü girişimlerinin sonuçsuz kalması ve ilk defa iki kıtayı birleştiren bir köprünün inşası elbette Türkiye'ye büyük bir gurur sağlamaktaydı. 23 Ekim 1973'de tamamlana köprü dönemin cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ve Başbakanı Naim Talu tarafından açıldı. Köprünün açılışında "50. Yıl Marşı" eşliğinde Asya'dan Avrupa yakasına geçildi. Köprü için özel olarak bestelenen ve Emel Sayın tarafından seslendirilen "Boğaziçi Köprüsü" şarkı ise kalabalığı coşturuyordu.
Emel Sayın'ın seslendirdiği Boğaziçi Köprüsü adlı parça
Boğaziçi Köprüsü hakkında şurada daha önce bazı bilgiler ve görseller paylaşılmıştı. Şimdi ise bu bin yıllık rüyanın ilk defa gerçekleştiği anın, resmi açılışını gösteren kısa bir videoyu sunuyoruz. 30 Ekim 1973 yılından ilginç görüntüler...
Nasılda mutlu Alicik. |
"Burada" Cin Ali, hakkında biraz malumatfuruşluk yaptık.
İlk kitabın kapağı. (1992 yılındaki basımından) |
Cin Ali
Rasim Kaygusuz adlı bir sınıf öğretmeni tarafından yaratılan Cin Ali, öykü kitapları ilk defa 1969 yılında yayımlandı. O günden sonra ünlenen seri, 1970'li ve 80'li yıllarda ilköğretime yeni başlayan minikler için önemli bir yardımcı kaynak ve onların hayallerini süsleyen bir kahraman oldu.
Yayımlanışı:
Rasim Öğretmen birinci sınıfların hocası olmayı çok severdi. Onların okumayı öğrenmesini görmek, Rasim Öğretmene mutluluk verirdi. Bundan dolayıdır ki tam 17 yıl boyunca birinci sınıfların hocası olmuşken; bir gün eşine: "Ben bir kitap yazacağım. Çocukların okumayı kolayca öğreneceği bir kitap yok." diyerek Cin Ali'nin serüvenlerini yazmaya başlar.
Doğal olarak 1968 senesinde ilk kitap ve en kolay cümle ortaya çıkar: "Ali ata bak!"
Cin Ali Serüvenleri adlı kitapta, okumayı öğrenmek cümlelerdeki fişleri heceleyerek değil de tümdengelimci bir esasla yapılır. Cin Ali, serinin ilk kitaplarında henüz okula gitmeyen, muzip, afacan, haşarı bir çocuk tiplemesini verir. Sürekli sorup, inceler.
Çizimler:
Cin Ali'nin resimleri oldukça basittir. Beş parça ana çizgiden oluşan gövde ve kasketli yuvarlak bir kafa. İşte o dönem çocuklarının kahramanlarından biri... Bu kolay çizimlenişin en büyük nedeni elbette çocuklar da kolay çizebilsin diye çöp adam biçiminde olmasıydı.
Çocuklar kolay çizebilsin diye çöp adam şeklinde tasarlandı. Cin Ali kitaplarının çizimlerini Selçuk Seğmen yaptı. "Çöp Adam, çocukların görsel sağlığına aykırıdır" iddiası üzerine 1990'larda görünümü değiştirildi ve papyonlu, kulağı çiçekli, siyah saçlı, belirgin yüzlü, fiyonklu ayakkabıları olan bir çocuk olarak resmedilmeye başladı. Bu yeni imajı Mustafa Delioğlu çizdi (Aslı Öktener, Cin Ali İmaj Yeniledi, Milliyet Gazetesi, 05.11.2001).
Cin Ali'nin ilk çizimleri. (Cin Ali Okulda) |
90'lı yıllardan sonraki Cin Ali... (Cin Ali Okulda) |
İlk olarak Selçuk Seğmen'in resmettiği basit ve renksiz çizgilerden oluşan 1970'li ve 80'li yıllardaki resimlerinin yerini 90'lı yıllarda beyaz sayfa üzerine kasketi boyalı, ayakkabısı olan, papyonu ve kulağının üstünde çiçeği olan, gelişen, çağa ayak uyduran "Cin Ali"miz oldu.
Muhtevası:
Cin Ali, serinin ilk kitaplarında henüz okula gitmeyen, muzip, afacan, haşarı bir çocuk tiplemesini verir. Sürekli sorup, inceler.
"İlk serüveninde bir at görmesi ve babasının satın almasıyla başlar. Sonra at ile mahallesinde arkadaşlarıyla turlar." Görüldüğü üzeri bu kadar kolay bir hikayeden yola çıkılmıştır. Ama o dönem çocukları için, özellikle televizyonun yaygın olmadığı dönemlerde durumu olmayanların veya şehirden uzak bir yerde okuyanların hayallerini bezeyen bir tip olur Cin Ali...
Giderek her hikaye bir öncekinden daha zor muhteva ve üsluptan teşekkül eder. Anlatılan konular ise hep farklıdır. Cin Ali Serüvenleri toplam 10 mini hikaye kitabından oluşur:
1-)Cin Ali'nin Atı
2-)Cin Ali'nin Topu
3-)Cin Ali'nin Topacı
İ4-)Cin Ali'nin Kara Gözlü Kuzusu
5-)Cin Ali'nin Oyuncakları
6-)Cin Ali Okula Başlıyor
7-)Cin Ali Okulda
8-)Cin Ali Çocuk Bahçesinde
9-)Cin Ali ile Berber Fil
10-)Cin Ali Kır Gezisinde
Cin Ali kitapları 20 yıl boyunca İpek Matbaacılık tarafından basıldı. İpek Matbaacılık, Rasim Kaygusuz'un dostu Maraşlı Hacı Ali İpek tarafından işletilmekteydi. Cin Ali adının, matbaa sahibi Ali İpek'in "Cin Ali" lakabından esinlenerek kitabın kahramanına verildiği anlatılmaktadır. Yaratıcısı Rasim Kaygusuz, 1989'da ölürken, eskiden çöp adamdan ibaret olan Cin Ali, çizer Mustafa Delioğlu tarafından renklendirildi. Ve Cin Ali'nin telif hakkı, 1992'de Artım Yayınevi Dağıtım'a geçti(Aslı Öktener, Cin Ali İmaj Yeniledi, Milliyet Gazetesi, 05.11.2001).
Cin Ali kitabı her eşya gibi nostaljik bir nesne olma yolunda beklerken Milli Eğitim Bakanlığının hazırladığı 2005 yılındaki bir genelgeyle Cin Ali dizisi ömrünü doldurduğu gerekçesiyle müfredattan çıkarıldı.
Cin Ali Serüvenleri'nden sizin için derlediğimiz Cin Ali'nin Atı. Serinin ilk kitabı e-dergi formatında: Cin Ali'nin Atı
Leblebi Tozu
80'li ve 90'lı yılların meşhur çocuk yiyeceği, abur cuburu.... Adından da anlaşılacağı üzeri leblebi toz haline getirilir, eser miktarda şekerle tatlandırılır ve ucuz atölyelerden halka arz edilirdi. Hitap ettiği kitle genel itibariyle küçük yaş aralığındaki çocuklardı. Paketlenişi de ana maddesi gibi ucuz bir biçimde, dikey şeffaf kutularda veya minik plastik torbalarda olur ve mahallenin bakkallarında yahut okul önlerindeki seyyar satıcılarda düşük bir ücretle satılırdı..
O devrin çocukları bu büyülü maddenin verdiği bağımlılıkla; yani bilinçlerine yalnızca iki kelimenin yaptığı baskı dolayısıyla ellerindeki azıcık parayı da bu yemişe yatırırlardı. Malum bakkaliyedeki en ucuz ve en lezzetli şey oydu. Oysa bakkalcı amca bu minik şeyle mal çeşitliliğini arttırdıkça arttırdı, anlayacağınız sürümden kazanırdı.
Yeme şekli de çocuğuna göre farklılık gösterse de son nokta hepsinde aynı tezahürle sonuçlanırdı. Şöyle bir ifade daha doğru olur sanırım, boğulmak suretiyle bütün bir leblebi tozu ağza tıkılır ve ölümle beş dakikalığına cebelleşilmeye çalışılırdı. Bu tuhaf hadise üzerine anne, çocuğun bu durumuna sinirlenir, onu o halden kurtarmak yerine, elindeki leblebi tozu paketini alır ve çocuğa hunharca sopa çekerdi. Çocuk ise yaptığı bu tuhaflıktan mazoşistçe zevk alırdı. Yani tam olarak böyle olmasa da sonuç hepsinde aynı noktaya evrilirdi...
Leblebi tozu yörelere(bizim orada!) göre farklı adlarla anılsa bile artık sadece o dönemin çocukları olan, bu dönemin yetişkinlerinin zihninde nostaljik bir öge olarak kalacaktır. Zira birçok şey gibi bu da 2000'li yılların sonunda piyasadan çekilmiştir.
Hochtief Şirketinin hazırladığı köprünün alacağı şekli gösteren foto montaj. 23.10.1970 |
Boğaziçi Köprüsü: Temelleri, Hazırlanışı ve Açılışı
Avrupa ve Asya'nın birbirleriyle bağlanması binlerce yıllık insanlığın rüyası idi. Eski devirlerde az çok savaş düşünceleriyle Boğaz üzerinde bir köprünün yapımı düşünülmüş ise de, İstanbul'daki trafik gelişmesi, o dönemdeki Türkiye Cumhuriyeti hükümetini bu yönde bir projenin yapımını dikkate almaya zorlamıştı.
1955'deki istatistiklere göre İstanbul'un nüfusunun 1970 de 1,9 milyon, 1980 de 2,15 milyona varacağı tahmin edilmişti. 2.15 milyon rakamına 1965'de varıldığı görüldü.
Boğazın iki kıyısı arasındaki motorlu vasıtalı trafikteki araç sayısı 1967'de, 1963'e göre % 72, 1960'a göre % 153 artmış, bu arada karşıya geçmek için araçların bekleme süreleri ise, akıl almaz ölçüde büyümüştü. Mesela trafiğin normal olduğu saatlerde, bir binek otosu 2 - 3 saat, bir kamyon 24 saat veya daha fazla olarak beklemek mecburiyetinde idi ki karşıya geçebilsin!
Almanya, İngiltere, Fransa, Japonya ve Avrupa Bankasının işi finanse için garanti vermesinden sonra 26 Ocak, 1970'de Boğaz üzerinde bir köprünün yapımı işinin mukavelesi imzalanmış ve imzadan bir ay sonra da temel çalışmalarına başlanmıştır.
İhale:
Köprünün yapım ihalesine 4 konsorsiyum teklif vermiş bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla:
1. Krupp Grubu (5 Alman, 2 İngiliz, 3 Fransız Şrk.) 35.665 Milyon Dolar
2. I.H.I. GRUBU (6 Japon, 1 Alman Şirketi) 36.031 Milyon Dolar
3. Beton und Monierbau Grubu (5 Alman, 1 İngiliz, 1 Fransız Şrk.) 35.427 Milyon Dolar
4. Hochtief Grubu ( 1 Alman 1 İngiliz Şirketi) 33.721 Milyon Dolar
İdare, 20 Ocak 1970 günü bir Alman-İngiliz konsorsiyumu olan Hochtief AG, Essen ve Cleveland Bridge and Engineering Company Ltd. Darlington, firmasına, 21.774.283 ABD.Doları ve ayrıca 104.849.465 TL. üzerinden sözleşme imzalamıştır. (20 Ocak 1970-TCMB.ABD.Dolar alış kuru 9 TL.)
Avrupa'yı Asya'ya bağlayan “1. Boğaziçi Köprüsü”nün temeli Beylerbeyi ayakları şantiyesinde; 20 Şubat 1970’de törenle atıldı. Kabataş ve Kadıköy’den kalkan 2 adet şehir hatları vapuru, davetlileri taşıyarak tören alanına getirdi. 21 pare top atışıyla çalışmalar başladı.
İşin Esasları:
İngiliz Freeman Fox and Partners Firmasınca projelendirilmiş olan Boğaziçi köprüsü 6 trafik şeritli ve 130.000 araç/gün kapasiteli bir kara yolu köprüsüdür. Toplam uzunluğu 1.560 m. olup Boğaz’ın iki sahilinde karada yer alan kuleleri arasındaki 1.074 metrelik orta açıklığı asma bir sistemdir. İki yanlardaki 231 ve 255 metrelik yaklaşım açıklıkları ise askılı olmayıp, aşağıdan mesnetli viyadük şeklinde düzenlenmişlerdir.
Bu asma köprü, yapıldıktan sonra (o dönem için) Avrupa'da en uzun açıklık, dünyada ise 4. büyük açıklıklı bir yapı olacaktı. Deniz rakımı ile köprünün alt kenarı arasındaki yükseklik 64 metredir. İleride böylece altından bütün gemilerin geçişi de sağlanmıştı.
Hochtief firmasından Yüksek Mühendis Otto Kotthaus şantiyede inşaat projesi ve iş hakkında izahat verdi. Hochtief Firması, her iki uçta girişlerdeki, başlangıçtan ana kolonlara kadar bütün kolonların betonlanması ve teçhizatlandırılması işini yüklenmiştir. Bu toplam iş hacminin %20 sine tekabül ediyor.
Yapı gayet tabii depreme karşı dayanıklı olmak zorundaydı. Deprem sahalarındaki 8° ye göre inşaat düşünülmüştü. Temelde bazı zorluklarla karşılaşıldı. Tabii bu elde olmayan şeyler süreyi de uzatıyordu. Mesela ayak probleminde 2 ay fazladan uğraşıldı. 2 ay sonunda kış geldi. Kış dolayısıyla da bazı güçlükler yaşandı.
Dönemin bir mimarlık mecmuasında köprü yapılırken Yüksek Mühendis Kotthaus'a şöyle sorular sorulmuştur:
"Ne kadar işçi çalışıyor sorumuza Kotthaus şu cevabı verdi : Halen 240 kişiyiz. Bunlardan on biri Alman mühendisi ve 2 de Türk mühendisi ki, hepsi daha önce Hochtief Firmasında çalışmışlardır. Kotthaus devam ederek: Bayındırlık Bakanlığı Asya tarafındaki yolları tamamlamak için çok mükemmel ve çabuk çalışıyor. Avrupa tarafı yolları için ise halen ihale safhasında. 1973 bizim köprüyü bitirme tarihimiz, çeşitli güçlüklere rağmen köprüyü zamanında bitireceğimizi umuyoruz. "Aynı mecmua, yapım hakkında bazı teknik ve istatiksel bilgileri şu şekilde sıralanmıştır.:
Köprü Hakkında Bilgiler :Çalışmalardan Kareler:
Köprü alanı 52.000 metre kare
Toplam uzunluğu 1.560 m.
Serbest orta açıklık 1.074 m.
Gecis yüksekliği (gemiler için) 64 m.
.Köprü kuleleri (Pylon) 165 m.
(Pylon) ların (ana ayaklarının)
kazı derinliği — 16.5 m.
Demirli beton takriben 5500 metre küp
Kablo 6.000 ton
Çelik 16.500 ton
Üst yapının eni 33.40 m.
Her istikamette (3,5 m.lik) 3 gidiş yolu ve
(2,5 m.lik) yaya ve bisiklet yolu
Taşıyıcı çelik halat kesiti (2190)-2050 cm kare
Çelik halat çapı (60) - 58 cm.
Köprü üstünde çelik gidiş yolu üzerine asfalt kaplama yapılacaktır.
Ortaköy Kulesi dikiliyor.- 2 Eylül 1971 |
Beylerbeyi kulesi yükseliyorken. 30 Kasım 1971 |
Mayıs 1971’de Ortaköy çelik kulelerinin montajına başlandı. Beylerbeyi kulelerinin montajına ise Temmuz 1971’de başlandı. 1972’nin Ocak ayında her iki çelik kule de yükseldi.
Kablo çekimi 15 Temmuz 1972 |
Ardından, tellerin gerilim ve büküm işlemleri 10 Haziran 1972’de başladı ve köprünün açılışına kadar sürdü. İtalya ve İngiltere’de hazırlanan, içi boş kutular şeklindeki 60 adet tabliyeyi oluşturacak olan paneller, demonte vaziyette deniz yoluyla getirilerek, Göksu birleştirme şantiyesine bırakıldı ve burada montajları yapılmaya başlandı.
Tabliyelerin montaj işlemi devam ediyor. 25 Aralık 1972 |
26 Mart 1973’de son tabliye de montajlandı. Ardından 60 adet tabliye birbirine kaynaklandı. Böylece, ilk kez yürüyerek Asya’dan Avrupa’ya geçildi.
Yaklaşım viyadüğünün montaj çalışmaları. 5 Şubat 1973 |
Yaklaşım viyadüklerine ait çelik elemanlarının tamamlanmasını müteakip, tabliyesinin
betonlanmasına geçilmiştir.
Nisan 1973'de betonlama işlemleri başladı. |
Nisan 1973’de kauçuk alaşımlı çift kat asfaltının dökümüne başlandı. 1 Haziran 1973’de asfalt döküm işlemi tamamlandı.
Ve köprü açılıyor... 30 Ekim 1973 |
Açıldığı gün resmi geçitler olmuş, bunun yanı sıra on binlerce kişi iki kıtaya ilk defa yürümek suretinden köprüyü baştan başa katetmiştir. Açılıştan dolayı araç yolundan yayaların da geçmesine izin verilmiştir. Bu yoğun yaya trafiğinden dolayı köprü sallanmaya başlamış, bunun üzerine yetkililer yaya geçişini o gün için durdurma kararı almıştır.
Köprüden ilk gün 28.126 motorlu araç geçmiştir. Köprüden yayalara (iki kenardaki yaya yollarından geçmeleri şartıyla) geçiş; 2 Mayıs 1974’de verildi(geçiş ücreti 1 lira). Köprünün kulelerinin dördünde de yayaları yukarıya taşıyan dev asansörler mevcuttu ve yayalar bunları kullanarak köprüye çıkarlar, yürüyerek karşıya geçince de, yine buradaki kulelerin asansörlerini kullanarak aşağıya inerlerdi. Ancak köprüden aşağıya atlayanların sayısının artması yüzünden birkaç yıl sonra yayalara yasak geldi ve bundan böyle köprü, günümüze kadar yaya özürlü olarak hizmetine devam etti.
Dönemin dergilerinden "Hayat Tarih Mecmuası"nda köprünün açılmasından bir ay sonraki fotoğrafı. (Ekim 1973 sayı: 9-10 50. yıl özel sayısı) |
72 yılına ait bir kare. Eski şehirden bir siluet. |
2012 yılından bir kare. Pür konutlaşan İstanbul. |